beden ile sanat
İzleyici önünde
ve canlı olarak sahnelenen bir tür olduğu için tiyatroyla benzetilmiştir. Ancak
tiyatrodan farklı olarak başka birinin yazdığı sonu ve başı belli olan
metinlerden oluşan bir tür olmaması, hikaye yerine performansın ve görselliğin
ön planda olması, çoğu zaman sanatçının bile sonunu bilmeyerek deneysel
ilerlemesi ve buna benzer bir takım değişkenlerden dolayı Performans sanatı
tiyatrodan ziyade görsel sanatlara daha yakındır.
Performans sanatı
gündeme geldiği yıllarda, Kavramsal sanatçılara her şeyden önce kendilerini
bedenleriyle doğrudan ifade edebilecekleri bir imkan sağlamıştır. Bu yüzden
Performans sanatçıları; mekanlara, sanat piyasasına, müzelere, galerilere karşı
tavırlarını dile getirmek amacıyla da sanat nesnesi olarak kendi bedenlerini
sunmuşlardır. Geleneksel resim ve heykelin çok daha ötesine geçerek o güne
kadar herkesin iki boyutlu yüzeylerde sadece araç olarak görmeye alışkın oldukları
insan bedeni, aracı olmak yerine düz yüzeylerden dışarı çıkara kendisini
doğrudan sanat eseri ve başrol olarak sergilemeye başlamıştır. Bedeni sanatsal
bir dil olarak kullanan çeşitli yaklaşımların ortak noktası, benini toplumsal
ve kültürel değerlerin öğretmiş olduğu kalıpların ötesinde bir doğallık ile
sergilemeleridir.
1950’li yıllarda
daha Happinig olarak anılan bu yaklaşımın ilk örneklerinden biri olarak,
besteci ve yazar John Cage’in sergilemiş olduğu “4.33” adlı performans gösterilebilir.
Bu performansta sanatçı, piyanonun başına oturmuş ve 4.33 saniye boyunca hiçbir
şey yapmamıştır. O sürede oluşan bütün sesleri yani hayatın kendisini
sergileyerek, sanat ve hayatın sınırlarını sorgulatmak istemiştir. Kerry Freedman kitabında, estetik olgusunun güzel çekici ve merak uyandırıcı olduğundan bahsetmiştir. Performans sanatının merak uyandırıcı olabileceğinden bahsedebiliriz ama güzel olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz. Çünkü performans
sanatçıları 60’lardan 80’lere kadar savaş karşıtı protestoları ve cinsiyet
ayrımcılığını esas konu olarak ele almış ve bu toplumsal sorunları insanlara
aktarabilmek adını uç noktalarda, genellikle rahatsız edici ve ürkütücü performanslar sergilemişlerdir. Bu uç performanslara,
sadomazoşistik tavırlarıyla gündeme gelen “Viyana Eylemcileri” adlı grup örnek
olarak gösterilebilir. Grup üyelerinden ve kurucularından olan Herman Nistsch 2013
yılında İstanbul’da performans sergilemişti. “66. Boya Aksiyonu” ismiyle
sergilediği performansını bende görme şansını elde etmiştim. O yıllarda henüz
17 yaşındaydım ve sanat piyasası içerisine daha çok yeni katılıyor olmamdan
dolayı sanatçının performansını pek anlayamamıştım. Ancak atmosferi, kullanmış
olduğu sesler, boyaların renkleri, sanatçının tavrı ve öğrencilerinin
sergilemiş oldukları gösteriyi oldukça ürkütücü bulmuştum. O zamanlarda sanatçın
kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bundan birkaç yıl sonra tesadüfen bir
kitapta sanatçının adını gördüm ve araştırdığım zaman, izlediğim performansı
aklımda olduğu için kim olduğunu anımsadım. Biraz araştırdıktan sonra 8.
Contemporary İstanbul’da gerçekleştirdiği performansının, 500 m2’lik bir alanda
üç gün süren bir çalışma olduğunu öğrendim. Nesne odaklı çalışmalarından çok
insan bedeni üzerine yoğunlaşmış olan sanatçı genellikle kurban verme ritüelleri
üzerine performanslar sergilemiş. Performanslarında hayvanları gerçekten kurban
ederek kanlarıyla gösteriler yapmış ve insanları da simgesel olarak kurban eden
kırmızı boyalarla oldukça ürkütücü performanslar sergilemiş.
İzleyici
karşısında canlı olarak sergilenen Performans sanatının bir diğer türü,
izleyicinin de performansa dahil olduğu “İlişkisel Estetik”tir. İzleyicinin
performansa katkıda bulunabildiği, değiştirebildiği, ilerletebildiği bir tür
olan İlişkisel estetik, sanatın sosyal etkileşim aracı olarak kullanılmasından
dolayı olumlu karşılanmış olsa da bazı kesimler tarafından oldukça
eleştirilmiştir.
(Kaynakça)
Mehmet Yılmaz – Modernden Postmoderne Sanat
Norbert Lynton – Modern Sanatın Öyküsü
Ahu Antmen – 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar
Keery Freedman - Teaching Visual Culture
Yorumlar
Yorum Gönder