beden ile sanat


   
   Performans sanatı, Kavramsal sanat dahilinde ele alının bir anlayıştır. Performansı bir akım olarak ele alamayız daha çok sanatsal bir davranış biçimi ya da ifade aracı demek daha doğru olabilir. 1960’lı yıllarda görülmeye başlansa da kökleri çok daha geçmişe dayanır. Fütüristlerin, Sürrealistlerin ve Dadaistlerin sahneledikleri teatral gösteriler, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Hugo Ball’ın İsviçre’de açmış olduğu Cabaret Voltaire’de sahnelenen bütün gösteriler ve Eylem resimleri aslında Performans sanatının temellerini atmıştır diyebiliriz. Daha sonra 1950’lerde Allan Kaprow ve Jim Dine gibi Amerikalı sanatçıların yaptığı Happinigler ile de dikkatleri üzerine çekmiştir. Beden sanatı, Happining, Aksiyon gibi çeşitli isimlerle gündeme gelmiş;  Fluxus, Feminist sanat, Arazi sanatı gibi akımlarda da kendisini göstermiştir.


      İzleyici önünde ve canlı olarak sahnelenen bir tür olduğu için tiyatroyla benzetilmiştir. Ancak tiyatrodan farklı olarak başka birinin yazdığı sonu ve başı belli olan metinlerden oluşan bir tür olmaması, hikaye yerine performansın ve görselliğin ön planda olması, çoğu zaman sanatçının bile sonunu bilmeyerek deneysel ilerlemesi ve buna benzer bir takım değişkenlerden dolayı Performans sanatı tiyatrodan ziyade görsel sanatlara daha yakındır.
      Performans sanatı gündeme geldiği yıllarda, Kavramsal sanatçılara her şeyden önce kendilerini bedenleriyle doğrudan ifade edebilecekleri bir imkan sağlamıştır. Bu yüzden Performans sanatçıları; mekanlara, sanat piyasasına, müzelere, galerilere karşı tavırlarını dile getirmek amacıyla da sanat nesnesi olarak kendi bedenlerini sunmuşlardır. Geleneksel resim ve heykelin çok daha ötesine geçerek o güne kadar herkesin iki boyutlu yüzeylerde sadece araç olarak görmeye alışkın oldukları insan bedeni, aracı olmak yerine düz yüzeylerden dışarı çıkara kendisini doğrudan sanat eseri ve başrol olarak sergilemeye başlamıştır. Bedeni sanatsal bir dil olarak kullanan çeşitli yaklaşımların ortak noktası, benini toplumsal ve kültürel değerlerin öğretmiş olduğu kalıpların ötesinde bir doğallık ile sergilemeleridir.
      1950’li yıllarda daha Happinig olarak anılan bu yaklaşımın ilk örneklerinden biri olarak, besteci ve yazar John Cage’in sergilemiş olduğu “4.33” adlı performans gösterilebilir. Bu performansta sanatçı, piyanonun başına oturmuş ve 4.33 saniye boyunca hiçbir şey yapmamıştır. O sürede oluşan bütün sesleri yani hayatın kendisini sergileyerek, sanat ve hayatın sınırlarını sorgulatmak istemiştir. Kerry Freedman kitabında, estetik olgusunun güzel çekici ve merak uyandırıcı olduğundan bahsetmiştir. Performans sanatının merak uyandırıcı olabileceğinden bahsedebiliriz ama güzel olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz. Çünkü performans sanatçıları 60’lardan 80’lere kadar savaş karşıtı protestoları ve cinsiyet ayrımcılığını esas konu olarak ele almış ve bu toplumsal sorunları insanlara aktarabilmek adını uç noktalarda, genellikle rahatsız edici ve ürkütücü performanslar sergilemişlerdir. Bu uç performanslara, sadomazoşistik tavırlarıyla gündeme gelen “Viyana Eylemcileri” adlı grup örnek olarak gösterilebilir. Grup üyelerinden ve kurucularından olan Herman Nistsch 2013 yılında İstanbul’da performans sergilemişti. “66. Boya Aksiyonu” ismiyle sergilediği performansını bende görme şansını elde etmiştim. O yıllarda henüz 17 yaşındaydım ve sanat piyasası içerisine daha çok yeni katılıyor olmamdan dolayı sanatçının performansını pek anlayamamıştım. Ancak atmosferi, kullanmış olduğu sesler, boyaların renkleri, sanatçının tavrı ve öğrencilerinin sergilemiş oldukları gösteriyi oldukça ürkütücü bulmuştum. O zamanlarda sanatçın kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bundan birkaç yıl sonra tesadüfen bir kitapta sanatçının adını gördüm ve araştırdığım zaman, izlediğim performansı aklımda olduğu için kim olduğunu anımsadım. Biraz araştırdıktan sonra 8. Contemporary İstanbul’da gerçekleştirdiği performansının, 500 m2’lik bir alanda üç gün süren bir çalışma olduğunu öğrendim. Nesne odaklı çalışmalarından çok insan bedeni üzerine yoğunlaşmış olan sanatçı genellikle kurban verme ritüelleri üzerine performanslar sergilemiş. Performanslarında hayvanları gerçekten kurban ederek kanlarıyla gösteriler yapmış ve insanları da simgesel olarak kurban eden kırmızı boyalarla oldukça ürkütücü performanslar sergilemiş.


      İzleyici karşısında canlı olarak sergilenen Performans sanatının bir diğer türü, izleyicinin de performansa dahil olduğu “İlişkisel Estetik”tir. İzleyicinin performansa katkıda bulunabildiği, değiştirebildiği, ilerletebildiği bir tür olan İlişkisel estetik, sanatın sosyal etkileşim aracı olarak kullanılmasından dolayı olumlu karşılanmış olsa da bazı kesimler tarafından oldukça eleştirilmiştir.

(Kaynakça)
Mehmet Yılmaz – Modernden Postmoderne Sanat
Norbert Lynton – Modern Sanatın Öyküsü
Ahu Antmen – 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar
Keery Freedman - Teaching Visual Culture

Yorumlar

Popüler Yayınlar