ne resim ne heykel "Spesifik nesne"
1910’lu yıllarda Kazimir Maleviç, sadece kendiliğinden anlam bulan, başka bir şey ifade etmeyen sanatsal anlayışın öncülüğünü yapmıştır. 1960’lı yıllarda ortaya çıkan sanatçılar ise Maleviç’in bu anlayışını benimsemiş ve salt kendi anlamı olan yapıtlar üretmişlerdir. Minimalist sanatçıların yaptığı yapıtlar genellikle herhangi bir şey ifade etmez ya da herhangi bir şey anlatma kaygısı gütmezler. Sadece olduğu gibi var olurlar, ne görüyorsan odur. Kerry Freedman Teaching Visual Culture kitabında bu konuya şöyle değinmiştir; “postmodern sanatçı genellikle tasarım unsurlarının ve ilkelerinin formalistliğini, çoklu ve genişletilmiş sosyal anlamlara işaret eden sembolik kullanımlarını reddeder.”
Amerikan Dışavurumcu tarzının fazlaca öznel olmasının karşılığında Minimalist sanatçılar oldukça nesnel hareket etmişlerdir. Aynı zamanda Dışavurumcuların hareketli fırça darbelerine bir sürü anlam yüklemelerinin karşısında genellikle simetrik bir düzenle olabildiğince rasyonel bir tavır sergilemişlerdir. Minimalizmin önemli temsilcilerinden olan Dan Flavin “Tatlin İçin Anıt” adlı yapıtında florasan ışıklarını bir araya getirerek herhangi bir müdahalede bulunmadan sergilemiştir ve akımın amacına uygun olarak herhangi bir şey anlatmamakta ya da temsil etmemektedir.
Genel olarak Amerika’da ortaya çıkan bu akımın temsilcileri aslında kendilerini bir akım içinde birlikte hareket eden sanatçılar olarak görmemişlerdir ve Minimalist kavramını da reddetmişlerdir. Dönemin Neo-Dadacı akımları gibi Minimalistler de hazır malzemelerden yararlanmışlardır. Resim ve heykel geleneğinin dışına çıkmayı amaçlamışlardır ve ne heykel ne resim olan “Spesifik nesne” kavramını hayatımıza getirmişlerdir.
Minimalizm akımının şekillenmesinde esas rol oynayan 1959 yılında New York Modern Sanatlar Müzesi’nde açılan “16 Amerikalı Sanatçı” isimli sergidir. Bu sergide öne çıkan isimlerden olan Frank Stella, yapmış olduğu şekilli tuvaller ile spesifik nesne kavramına gidilmesini sağlamıştır. Ne resim ne heykel olan bu nesneler tarihe bakıldığı zaman öncesiz sayılmazlar. Başta da bahsettiğim gibi Maleviç’in saflık anlayışını ve Rus Konstrüktvistlerin malzemeleri kendinden başka anlamı olmadan kullanmalarını benimsemişlerdir. Minimalist sanatçılar genellikle seri üretimde eserler yapmış ve heykel geleneğini andırmaması için alışagelmiş yöntemlerden uzak durmuşlardır. Farklı yöntemler aramışlar ve buldukları zaman işi genellikle teknisyenlerin ellerine bırakıp kendileri sadece yönlendirmekle yetinmişlerdir. Yani aslında eser üretimini yetenek ve beceri unsuru olmaktan çıkartıp sadece düşünce kısmına odaklanmışlardır. Minimalistlerin bu tavrı da Duchamp’ı anımsatmaktadır. Fakat hazır nesneyi sanat karşıtı bir tavır içinde kullanmamaları onları Duchamptan, eser üretiminin kavramsal sürecine verdikleri bu öncelikte onları Konstrüktivistlerden ayırmaktadır.
Minimalistler yapmış oldukları eserleri üç boyutluluk ya da mekansal yanılsamalara gereksinim duymadan gerçek mekan içinde gerçek boyutlarıyla ele almışlardır. Bu tavırlarıyla enstalasyon gibi fikirlerinde önünü açmışlardır. O dönemde Minimalizmin katı biçimselliğini reddeden ve el becerisini o kadar geri plana koymak istemeyen bazı sanatçılar da ortaya çıkmıştır. Robert Morris, Eva Hesse gibi bu sanatçılar da “Geç Minimalist” olarak anılmışlardır.
(Kaynakça)
Kerry Freedman – Teaching Visual Culture
Mehmet Yılmaz – Modernden Postmoderne Sanat
Norbert Lynton – Modern Sanatın Öyküsü
Sam Phillips – Modern Sanatı Anlamak
Yorumlar
Yorum Gönder