20. Yüzyıl Amerikan Sanatı


2. Dünya Savaşı yıllarında Avrupa’nın dünya liderliği sona ermiş ve bununla birlikte sanat merkezi Paris’ten New York’a taşınmıştır. Amerikan sanatının gelişmesinde en büyük katkıyı yine Avrupalı sanatçılar göstermiş olsa da ileride Soyut Dışavurumculuk olarak adlandırılacak akımın öncüsü olarak tek bir sanatçı gösterilmemektedir. Bu akım genel olarak Amerika’da bulunan sanatçıların, eleştirmenlerin ve sanat koleksiyoncularının bir araya gelip, fikir alışverişi yapmasıyla oluşmuştur.
1940 ve sonrasında Amerikan Sanatı daha önceki yıllarda Amerika’da görülmüş olan sanattan çok farklıdır. Önceleri figüratif ve konu ağırlıklı olan sanat anlayışı yerini soyut ve dışavurumcu bir anlayışa bırakmıştır. Bunun nedeni, savaşın vermiş olduğu yıkımlardan sonra sanatçıların dış dünyadan çok kendi iç dünyalarına yönelmeyi tercih etmesidir. Soyut Dışavurumcu sanatçılar için, Kübizm’in biçimsel araştırmalarını ve Sürrealizm’in temalarını ele aldığını söyleyebiliriz. Amerikan Soyut Dışavurumculuğu, sanatın özerkleşmesini savunan bir anlayış olarak sanatın, gündelik hayatın gerçekçiliğinden uzaklaşarak sadece kendini temsil etmesi gerektiğini savunan bir anlayış olmuştur. Bu “saf sanat” fikri daha öncelerinde karşımıza soyut sanatçılarla birlikte çıkmıştır. Özellikle Piet Mondrian ve Van Doesburg’ un “De Stilij” çalışmalarında ve Maleviç’in “Süprematist” eserlerinde görmüştük.
New York’ta kendi adıyla bir sanat akademisi açan Hans Hofmann’ın Soyut Dışavurumcular üzerinde etkisi oldukça fazladır. Hofmann öğrencilerine, yapmış oldukları resimlerinde boyasal bütünlük ve alan bütünlüğü olması gerektiğini anlatmıştır. Böylelikle o dönemde Amerikan sanatçılarının her birinin kendine özgü resimsel dili olmasına rağmen, Hofmann’ın bütünselliği ortak bir özellik haline gelmiştir. Bazı sanatçılar Willem de Kooning gibi figürden çok fazla uzaklaşmadan çalışırken bazı sanatçılar tamamen soyutlama fikrine yönelmişlerdir. Bu soyutlama fikirleri de, “Aksiyon Resmi” ve “Boyasal Alan Resmi” olarak birbirinden farklı tavırlar göstermişlerdir. Aksiyon resmi deyince akla ilk başta gelen sanatçı Jockson Pollock’tur. Pollock boya sıçratarak yapmış olduğu resimlerinde aslında o an sergilemiş olduğu hareketleri boya aracılığı ile kaydetmiştir. Aynı anlayışı Franz Kline’ın resimlerindeki fırça izlerinde de görebiliyoruz. Hareketin kaydedilmesi fikri ileride Performans Sanatı ve Happening’lerin önünü açmıştır. Boyasal alan resmi denildiğinde de akla ilk Mark Rothko gelmektedir. Rothko düz renklere boyadığı tuvallerinde, rengin farklı tonlarıyla birlikte ruh halini açığa çıkarmayı hedeflemiştir. Bu iki farklı resim anlayışının ortak özelliği ise tabi ki kendinden başka bir şey ifade etmeyen saf sanat anlayışıdır.
Eleştirmen Harold Rosenberg Amerikan resminin oluşumunu "politik, estetik ve ahlaki tüm değerlerden sıyrılarak, bir özgürlük eylemi olarak salt resim yapmaya başlayarak" ortaya çıktığını söylemiştir. Clement Greenberg " eserin biçimi dışında her şeyi görmezden geliriz" düşüncesini savunmuştur. Arthur Danto "Beş yüz yıldan fazla zamandır tartışılan sanat kavramını parçalarına ayırma tarihidir." demiştir ve Kerry Freedman "Sosyal yaşamdan ayrı görülen duygu durumlarına dayanan sanat üretimine yönelik tedavisel bir argüman olarak ortaya çıkmıştır." diyerek Soyut Dışavurumculuğun tanımını yapmışlardır.


(kaynakça)
Kerry Freedman - Teaching Visual Culture
Norbert Lynton - Modern Sanatın Öyküsü
Ahu Antmen - 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar


Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar